29 Haziran 2012 Cuma

Elveda Memmmmmeeeee

Elif Alya'nın 2 yaşına 2 ay var.Çok şükür gayet güzel emdi bebekliğinden beri. Ben de severek, büyük bir aşkla emzirdim. Bir yaşından sonraki süreç bağımlılığa doğru yol almaya başlasa da ben de o da gayet memnunduk, taaa ki sabahları 2 saati bulan emmeleri, beni yanından kaldırmadan gidip gelip iki fırt çekmeleri, bağımlı olduğumuzu açıkça gösteriyordu.Geçen hafta, 6 günlük İtalya seyahatimizde memeye daha da çok düştü. Floransa'da yürürken bile emzirdim. Döner dönmez ilk işim memeden kesmek diye düşündüm durdum. Oysa ki ben hazır değildim orası aşikar, oflasam da puflasam da emzirmeyi çok seviyordum. Niyetim yavaş yavaş kesmekti, ramazana kadar gündüzlerini kesmiş olsak ramazanda da geceleri emzirir sonrasında tam 2yaşını doldurduğunda da geceyi keserim diye düşünüyordum. Lakin evdeki hesap çarşıya uymadı...


Pazartesi günü(25 Haziran) sabah uyanınca emdi, sonra göğüs pedlerine sirke döktüm, meme istediğinde annecim uf oldu çok acıyor dedim, aç dedi, açınca kokudan direk kapat dedi ve yanından kalkmamı dahi istedi. Gün içinde her meme dediğinde acıyor annecim dedim kokuyu duyunca istemedi zaten. Gündüz uykusu epey geçe sarkmaya başladı. emerek uyuduğu için meme aklına gelmesin çok da ayakta sallanmaya alışmasın diye de iyice uykusunun gelmesini bekledim. Masallar anlatarak ninniler söyleyerek sağa sola dönerek uyudu. Gece meme istedi uyumaya  çalışırken ayağımda salladım uyudu hemen, uyuduktan sonra emzirdim nasıl da özlemişim...


Diğer günler de hemen hemen aynı geçiyor. Bazen sabah benden erken uyandığında sirkesiz yakalanırsam affetmiyor emiyor, uyku mahmurluğu ile. Gün için de gel em kızım desem de gelmiyor nasıl tiksindiyse =( Ama meme kaka falan demedim, demiyorum sadece uff olduu, o da memme ufff diyor, üflüyor. Hala cici, öpüp seviyor hatta...


Kucağa gelmek istemeyen bir çocuktu, ilk 6 ay kucaktan inmediğinden olsa gerek:P Ama şimdi hep, al diyor kucağıma gelmek istiyor.Onu öpüp koklamam için sürekli yatıp beni çağırıyor, sanırım meme eşittir sevgi olmuş bi yandan da tensel temas istiyor. Seve seve sarıp, sarmalıyorum... Kucağımda yemek yapıyoruz beraber.


Hala geceleri emziriyorum, tam dalmasını bekliyorum. tam dalmadığın da istemiyor. Yalnız bir sorunumuz var hem de nur topu gibi: Bardakta, biberonda(bebekliğinden beri hiç kullanmadı) süt içmiyor! Nasılalışacak bilmiyorum; anlıcanız gazamız mübarek olsun...

8 Haziran 2012 Cuma

Transferli Tam Bir Süpriz Sepet

Nihayet, montessori ile ilgili bir aktivite yapabildik. Daha önce de yaptığımız aktiviteler vardı ama bir şeyler eksikti. Ve bir hafta önce eksik olan şeyi buldum: RUHU YOKTU. Evet yanlış okumadınız, R-U-H-U! Sırf yapmak için ya da sadece onu oyalamak için yapıyormuşum. Hayat felsefesi olarak tam anlamıyla yerleştirmemişim hayatımıza. Montessori aslında hayatın ta kendisi, çocuğu doğduğu günden itibaren bir birey olarak algılıyor ve ona hayata tutunması için gerekli olan yetenekleri kazandırmak için duyusalalgılarını ve fiziksel becerilerini güçlendiriyor. Ayakkabısını boyamasından tutun da, giyinmesine kadar; matematiksel kavramlardan, coğrafi terimlere kadar günlük yaşamda, akademik hayatımızda her an kullandığımız, kullanabileceğimiz, gördüğümüz, duyduğumuz her şey, kısacası hayatın her anı montessorinin alanına giriyor. Hamileliğimden bu yana bu konu hakkında edindiğim kitapları, takip ettiğim blogları okumaya çalıştım (okuyordum da; sindirmeden sadece sayfalarını okumuşum, o yüzden sil baştan başlayacağım), gerekli basılabilir dosyaları bilgisayara kaydetmekten pek bir şey yapmadım, yapamadım; uygulamaya geçemedim. Yavaş yavaş başlıyoruz, eğitim bloğundaki eski tarihli BEÖ etkinliklerinden, yapılan diğer tüm aktivitelerden yararlanacağız. 


.....veeeeeeeeee Süpriz Sepet ile başlıyoruzzzzzzzzzz....


Tüm montessoricilerin başucu kitapı Harika Çocuk Nasıl Yetiştirilir'den Süpriz Sepet. Bir çok blog da bununla ilgili yazı bulabilirsiniz,diyerek hemen bizim sepete dönüyoruz:


Küçük Kaşif öğle uykusunda iken, hazırladım. Sepetimizde tüm duyularına hitap edecek bir şeyler olmasına özen göstersem de koku için parfüm, kara biber dışında bir şey bulamadım. Uyanıp,çorbasını içtikten biraz da Madagaskar izledikten sonra sepeti getirdim.


Sepetimizde; çay süzgeci,küçük plastik kaşık, kesme şeker maşası,  tel çırpıcı, küçük parfüm, oje, tarak, küçük kavanozda kuru fasulye, saten kurdela, ayakkabı bağcığı,içinde tespih olan örme tespihlik, anahtarlık, kolye, kalın camlı mumluk, kol düğmesi kutusu.





Sepet ile Buluşma Anı. 

İlk önce tel çırpıcıyı aldı. Yerde hayali olarak bir şeyler karıştırdı ve bana yemem için verdi. Ardından kurabiye görünümlü anahtarlığı aldı,ağzına götürerek test etti. Çay süzgecini evirdi, çevirdi bıraktı tarağı aldı saçlarını (azıcık, kısacık da olsa var yanii) tarağı,yerdeki örtüyü taradı ve kaşığı gördü. Kaşık ile süzgeci birleştirerek "çay, çaaayyy" dedi=) Açıkçası bu kadar çok nesne(biraz abartmışım,evet) arasında ilişki kurmasını beklemiyordum.

Tespih Kolye Olunca

Kol düğmesi kutusunu açıp kapadı. Bulduğu tespihi kolye olarak kullanmaya karar verdi. Öyle böyle 15 dakika kadar oyalanan Kaşif; kuru fasulyeleri görünce aklına transfer aktivitesi geldi, "aç,açç, aaaaaaaaaaaaaaç" diye de ağlayınca annesi dayanamayıp açıverdi. Hali hazırda bulunan çay süzgeci, kaşık, maşa transfer aracı oldu kendisine.

Süpriz Sepetten,Transfer Aktivitesine Terfi Aşaması

Kuru fasulyeler kaç kere boşaltılıp dolduruldu sayamadım. toplamda 45 dakika ilgilendi Küçük Kaşif. Çok da keyif aldı ama bir dahakine kulağıma küpe olsun, kuru fasulye ve diğer baklagillerden uzak durayım.

Transfer Aktivitesine Terfi Etti

Dikkat süresinin kısa olduğunu göz önüne alırsak 45-50 dakikaya (yarısı transfer aktivitesi olsa da)yakın sepet ile ilgilenmesi bir daha, bir daha yapmak için bile başlı başına bir sebep. 

Bu aktivite ile; montessori ile ilgili ilk ruhu olan aktivitemizi yapmış bulunuyoruz, herkese de yapması için şiddetle tavsiye ediyoruz. Deneyin, pişman olmayacaksınız...

7 Haziran 2012 Perşembe

Gel Keyfim Gel

Kime çekmiş bilmem ama bizim yumurcak keyfine acayip düşkün. Tam keyif insanı=) Dolabının üzerinde duran ve sadece üç beş ay kullandığımız küveti, küçük hanımın keyif yatağı oldu. Anne Cafe'nin şu yazısında okumuştum. Neden olmasın dedim ve iyi ki de yapmışım=)

4 Haziran 2012 Pazartesi

Yaşasın Yemek Yemeeeeekk

Ah şu ek - katı gıda serominisi yok mu tüm annelerin iyi, kötü maruz kaldığı; kiminin güllük gülistanlık devam eden serüveni kiminin de gün yüzü görmeyen, bitmek bilmeyen bir kabusu. Bu kadar uçlarda değiliz çok şükür. Ama yemekle de pek arası yok kızımın. Acıktım dediğini duymadım hoş daha konuşmak için çabalıyor; kelimelerle iletişim kuruyoruz. Bazen, evet evet bazen çok nadir de olsa "anne mama mammaaaaa" diye geziyor ama verdiğimde de yemiyor. Geçenlerde Anne Cafe sayesinde İçimize Yolculuk isimli blog ile Ailemize Yedirip İçirirken yazısı ile tanıştım. Bu yazı; yine Anne Cafe'nin Çocuğum Yemek Yemiyor  yazısını hatırlattı. 
Formül çok basit olumlu düşün, dualarla, şükrederek, isteyerek,severek yemeğini yap...
Kızımın bilenler bilir kahvaltı ile arası hiç yok, yumurta yedirmek için akla karayı seçiyorum. Bir sabah kahvaltıda yumurtalı peynirli baharatlı patates kızarttım(ActiFryda azıcıkyağ ile). Dualar okuyarak... Sonuç: neredeyse parmaklarını yiyecek olan bir ufaklık... Daha önce de denemiştim yememişti, şimdi ise neredeyse hepsini bitirecekti. Rahmetli annem hep derdi, yer gök dua ile ayakta diye...

Bu günlerdeki favori çorbası da:

Kıymalı Sebzeli Domates Çorbası

Kurusoğan, sarımsak zeytinyağında sotelenir,ardından kıyma eklenir. İstediğiniz kadar
kabukları soyulmuş, yemeklik doğranmış domates. Yine isteğe bağlı 1 yemek kaşığı biber salçası.
Düdüklüde(zamanım kısıtlı olduğu için kullandım) bezelye, havuç, patates ve kabağı haşladım.
Hepsini tencereye ilave ettim, içine 1 yemek kaşığı ince bulgur ekledim ve bir taşım kaynattım.Süzgeçten geçirdim üzerine tereyağı ve nane ekledim, tabii dua ile gerçekten tadı  leziz oluyor...


Yaşasınnnn yemek yemeeek diye bağırdıklarını duyabileceğimiz daha nice güzel günlere...

Trakya'nın Parlayan Yıldızı*

Küçük Kaşif ile beraber düşüyoruz yollara. Gidip görmeyi çok istediğimiz bir yer ile başlıyoruz gezdiğimiz yerleri anlatmaya...
Kıyıköy, Trakya'nın Parlayan Yıldızı*.

Mayıs ayının başında yeğenim (ki sadece benden 3 yaş küçük) ve arkadaşı ziyaretimize gelmişti. Misafirlerimizi nasıl ağırlasak da Çorlu'dan sıkılmasalar derdine düşmüştük eşimle. Bilenler bilir, maalesef Çorlu'da yapılabilecek, gidilebilecek pek bir yer yok.Atladık arabaya 1.30 saat süren yolculuğumuz sonunda vardık Kıyıköy'e. Yeşile nasıl da hasret kaldığımızı farkettik yol boyunca...Günün birinde böyle bir yerde yaşama hayali kurduk; bahçeli evimiz, tavuklarımız, ineklerimiz, marulumuz, çiçeğimiz...Ahhh ahhhh=)
Yolculuğumuz sırasındaki manzara bile gitmek için başlı başına bir sebep... Virajlı ve bol kasisli yollar, içinden geçip gittiğimiz küçük köyler... Kuş sesleri eşliğinde, yeşil ağaçların muazzam yaprak sesleri ve serinletici etkisi ile paha biçilemez bir yolculuktu... Bir de bu gününün hatırına Sıla albümü de cd çalarda bize eşlik ediyordu. Yol nereye biz oraya... 

                                           
                                 *Kıyıköy Belediyesi'nin Tanıtım Kitapçığı


Liman

Marina Restaurant & Cafe & Konaklama

Pabuç Deresi Kenarı, Manastır Yolu

Pabuç Deresi

Aya Nikola Manastırı


Havası çoooookkkk güzel, denize girilecek kumsalı da var, Pabuç Deresinde kayıkla gezebiliyorsunuz da. Daha ne olsun=))
Yemek yediğimiz yer de gayet güzeldi, deniz manzaralı; cafe, restaurant, otel... 
Biz çipura yedik ama kızlar köfte yediler ve hepsi de şahaneydi. Kalkan balığı daha önce yemediğimiz için cesaret edemedik, nedense=( Yazın Pabuç Deresinin kenarındaki yeşillik alanda çadırlar da oluyormuş. Yazın tekrar gitmeli ama kalmadan dönmemeliyiz diyoruz...

İşteeee; ilk gezelim, görelim, keşfedelim yazımız... Aslında az yazılı bol fotoğraflarımız...

Daha detaylı bilgi için bu siteye,şu siteye, bi de bu siteye, bi de şu siteye de bir göz atmak da yarar var.


Sevgiler...